aslında bakarsanız konuya nereden ve nasıl başlamam gerektiğini az çok kestirebiliyor; lakin sıralayacağım cümlelerin beni ne oranda doğru yansıtacağı hakkında yaşadığım büyük tereddütlerimi gerçekten kestiremiyorum. bu durumu çok irdeledim ve sanırım ulaştığım yerde kavuştuğum şey beni bu yolculuğa hiç çıkmamam gerektiği konusunda büyük 'keşke'lere boğarken daha büyük bir yolculuk atlası içinde buluverdim kendimi. öyle olur, bazen kestiremezsiniz nelerle karşılaşacağını, sizi nelerin beklediğini, hangi durumda karşılaşıp, hangi tepkiyi vereceğinizi, sahici bir yaşanmışlık mı yoksa carpe diem mottosunu tutturmuş birey boşvermişliği ile geçiştireceğinizi mi kestiremezsiniz. bu karmaşık durumu en iyi ve en samimi anlayabilmek/anlatabilmek için vermem gereken örnek şüphesiz kendimden ve kendisinden olmalıydı.
''ne diyorsun anlayamıyorum'' cümleleri yavaş yavaş hükmetmeye başlar diyaloglarınızı, sonra insanlara attığınız umarsız gülüşler çoğalır ve artık kalabalık caddelerde omuz yememek için kıvrılan bir tip olmaktan, omuz atmak için iki elini de paltosunun ceplerine genişçe bırakan arka mahalle mematisi olursunuz. klonlanma bulunsa sanki yeryüzündeki klonlanma sıra fişinin kesileceği en son adam olup çıkıverirsiniz birden, önemsizliğinizin bir önemi kalmamışken, görünmezliğinizin de bir mevcudiyeti kalmamıştır artık. aynaya bakmak bu yüzden bir farklılık olmaya başlar. nitekim aynaya bakmak normal insanlar için yataktan kalkmanın ardından gerçekleşen sıradan bir durumun ismidir. onlar için aynaya bakmak demek aynaya bakmak demektir. oysa bu kendisine siktiri çekmiş bir arka mahalle mematisi için iki tane ufacık kahverengi çukurda birikmiş yüzlerce acının, aşkın, ağlamanın, mutluluğun, siyahlığın, zifiri karanlıkta uykuda olan anının dirilişe geçmesi demektir. ve her gün aynada bırakılan göz işaretinin basamak basamak azalması trajedik bir olaydan çok insanın kendisine saygısının ve kendisine dair her ayrıntıya çektiği siktirin artması demektir. basit bir memati terazisi diyebiliriz. acı ve şerefsizlik ne kadar yukarıdaysa, aynaya bakınca gözünü kaldırabildiği mesafe de o kadar aşağıda kalır. belki de tanıdığım tüm şair ruhlarının göz torbaları bu yüzden.. belki yani.
ali lidar duruma biraz daha farklı bir yerlerden şöyle bakmış zamanında;
---
spoiler ---
kendi ellerinle kurduğun düzen başka eller tarafından yıkıldı. birdenbire olsaydı bu, bir yolunu bulur başederdin, baktın olmadı kaçar giderdin. ama yavaş yavaş oldu her şey. usulca sokulurken hayatına, öyle güzel becerdi ki kendisini yadırgatmamayı, masanın üzerindeki biblonun yerini değiştirmek için bile aylarca doğru anı bekleyen sen hiçbir tuhaflık sezmeden yavaş yavaş aldın onu hayatına. her gün bir adım attı. sezmişti belki sendeki ürkekliği, hiç gürültü yapmadı. öyle bir an geldiki sonra, sanki o, zamanın başlangıcından beri seninleydi. ruhun bedene girmeden önce onunla beraberdi sanki, öyle hissetmeye başlamıştın. alışkanlıklarının bozulmasına izin vermeyecekmiş gibi davranıyordu, kanda yavaş yavaş yayılan morfin gibi dağıldı tüm hücrelerine.. ve her şeyin farkına vardığında artık çok geçti.. birdenbire olsaydı keşke.. keşke aniden karşına çıksaydı. reddedebilir, kaçabilir, yokmuş gibi davranabilirdin o zaman belki. olmadı. yavaş yavaş girdi hayatına, ve sen durumu farkettiğinde hayatın artık sana ait değildi..
---
spoiler ---
okumak kimisine yazmayı öğretiyor bana ise susmayı öğretti, diyordu saçma sapan bir videoda. sonumun büyük bi dudak kuruntusu olmasından korkuyorum, ağzımı açtığımda her şeyin farkında olmanın getirdiği olgunluktan egoist damgası yemekten çekiniyorum, üzerime atılan o her cumhuriyet caddesi turundaki garip bakışların çoğalması hoşuma gider belki, konuşacak hiç kimsen kalmamasından değil de; konuşunca beni anlayacak çok kişinin olmasından tedirginim. en çok da; en çok da aynanın karşısına geçtiğimde, halıya bıraktığım tuzlu damlaların çorabımın altında saatlerce kurumayıp midemi bulandırmasından tiksiniyorum. arka mahalle mematisi olmaktan gücenmiyorum, yüzüne baktığımda gözümden tüm nefretimi, şerefsizliğimi, orospu çocukluğu yatan kibrimi görmek yerine sevgimi görememesinden korkuyorum.
mematiler de korkar değil mi anneanne, diye bir soru yönelttim şimdi, allah bilir ne zaman cevap verecek, belki tespih çektikten sonra yanıma gelip gözlerimin içindeki masumiyete inanır da 'korkar evladım' der bilmiyorum. ama benim anneannem o kadar komik bi kadın değil.
benim sevdiğim kadın da çok komik değil aslında, sadece yanına gittiğim zaman iki tane aynayı birbirine karşı koymuş gibi oluyoruz, şimdilerde uzay simetri fiziği ayağına bir boşluk görüyor belki; bense o boşluğa çok şey ekip biçiyorum. belki de papatyalar bu yüzden her olgun kadının sevdiği çiçektir, belki hepsi öldükten sonra koku saçmalarına değil de boşluk doldurmalarına vurulmuştur. o benim gözlerime bakarken kısıyor kenarlarını ve acınası tavrı bir ürkekliğine yük bindiriyor, bense onun belki bir daha hiç şahit olmayacağı masumiyeti gözlerinin önüne sermeye çabalıyorum, tüm bu şerefsizliğimin ve orospu çocukluğu yatan kibrimin arkasından. aslında 2 sene devlet tiyatrosunda oynadım, sahte bakışlarımı 2 metreden çözemez ama
meleklere yalan söylenmez öyle değil mi jehan?
götüm götüm ettiğim lafları siktir edin de size 3 şey söyleyeceğim ve bu 3 şeyin hiçbir zaman bi önemi olmayacak:
1* bazen ali lidar başta olmak üzere çoğu yazara fena sövüyorum çünkü beni deli edercesine seneler öncesinden kelime çalmışlar
2* yunus büyük şair
3* özledim lan ben, cidden.